Osmanlıların Arnavutlarla ilk karşılaşması/tanışması Kosova savaşı öncesinde, Timurtaş Paşa'nın 785/1383 tarihinde Debre bölgesinden başlayarak Arnavut diyarına seferler yaptığı döneme uzanır. Özellikle Kosova harbi akabinde Yıldırım Bayezid döneminde Arnavutluk'un güney bölgeleri Osmanlı devletinin denetimine girer. Çelebi Mehmed zamanında ise bazı Arnavut Beyleri Müslümanlığı kabul eder. O dönemde Arnavutlarla meskun bölgeler. Bugüne nazaran daha sınırlı bir bölge olduğu gibi. Bu mıntıkalar irili ufaklı Arnavut derebeylerinin/Prenslerinin (Premedi, Merdita Prensliği, Dugacinler gibi) idaresindedir. Bu dönemde bölgede güçlü bir hükümdarın varlığı bilinmemektedir. Müslüman olarak ilk bilinen bey Premedi beyi Todor Muzak oğlu Yakup beydir. Ancak Arnavut diyarına gerek Timurtaş Paşa gerekse Evrenoszade İsa Bey komutasındaki askerlerle çeşitli akınlar düzenlense de, Osmanlıların bu diyara yerleşmesi 1431 yılında Sinan Paşa'nın akınlarıyla olur. Çelebi Mehmet zamanından başlayarak bölgenin tahriri de gerçekleştirilir. 835/1432 tarihli tahrir defteri ise (Defter-i Sancak-ı Arvanid) (Defter-i Sancak-ı Arvanid, 835 Hicri Tarihli, Hazırlayan: Halil İnalcık, TTK Yayınları, Ankara) ise bu konuda elimizdeki en eski belge niteliğindedir. Bu tarih artık Osmanlının iyice bölgeye yerleştiği tarihtir. Arnavutluk II. Murad devrinin başlarında artık tamamen fethedildiği sıralarda Merdita prenslerinden Krujalı/Akçahisarlı Jean Castrioty Osmanlı Sultanına metbuiyyetini bildirir, sadakatini göstermek için de dört oğlunu talim ve terbiye görmek üzere o sırada Osmanlının payitahtı olan Edirne Sarayına gönderir. Dört oğlundan en küçüğü ve en cevval olanı George Castrioty (Yorgi Kastriyoti) padişahın (Sultan II Murad) gözüne girer. Bir hayli iltifata mazhar olur. Diğer kardeşleri gibi Müslüman olarak İskender adını alır. Padişah onu şehzadeleri arasında bulundurarak eğitim ve tahsiline özel itina gösterir. Genç yaşta sancak beyliğine yükselir. 25 yaşlarında iken Kruja hakimi olan babası eceliyle ölür. Bunun üzerine babasının makamını padişahtan ister. Ancak Padişah II. Murad onu daha önemli mevkilere getirmek istediğinden ( Belki sonradan baş vezir yapmak istiyordu ) Kruja sancağına başkasını gönderir. İskender Bey bu duruma pek içerler ve intikam yolları arar. Sultan II. Murad Avusturyalılarla uğraşırken ve Osmanlı ordusu sefer için Morova'da bulunurken İskender Bey de o sırada bu ordu içindedir. Bu esnada kaçış planları yapan İskender Bey, bazılarıyla gizlice anlaşarak sahte bir ferman düzenler. Nihayet ordudan gizlice ayrılarak Kruja'ya gider. Burada çevresine toplanan kimselerle birlikte Kruja kalesini gösterdiği sahte fermanla teslim alır ve içeride müslüman asker katliamı yapar. Ardından Venedikliler ve Macarlar'la, hatta Sırplar'la Osmanlı aleyhinde ittifak kurar. Uzun süren İskender Bey gâilesi/ayaklanması Osmanlı devletini bu coğrafyada bir hayli zaman meşgul eder. Özellikle Fatih Sultan Mehmed bu gâilenin ortadan kalkması için bir hayli çaba ve zaman sarf eder. Osmanlıları 25 yılı aşkın uğraştırır. Kruja ve İşkodra'yı Venediğe bağlayarak bu zaman zarfında hüküm sürer. Yılları gerek II. Murad, gerekse Fatih Sultan Mehmed döneminde, sürekli Osmanlılarla savaşmakla geçer. Fazla bir şey elde edemez. Ancak, sadece İtalya ve Adriyatik'te Venedik ve Papalık adına Osmanlı'nın önünde set vazifesi görür. Bunda kendisi de karlı çıkmaz. Nihayet Osmanlılarla 25 kez Papa ve Venedikliler adına savaşan İskender Bey pes etmek zorunda kalır. İşkodra'dan sonra Kruja da Bizzat Fatih tarafından zaptedilir. Fatih Kruja'nın anahtarlarını kendisi teslim alır ( 883/1478 ). İskender Bey ise önce Alesyo'ya sonra da Lisa adasına kaçar ölümüne kadar münzevi bir hayat yaşar. (873/1468) İskender Bey'in iki torunu Kanuni Sultan Süleyman zamanında tekrar İstanbul'a gelerek Osmanlı'ya dehalet edip Müslüman olurlar. Bunlardan biri yine İskender Bey adını alarak Simkeşbaşılığa kadar yükselir. Simkeşbaşı İskender Bey, Eyüp'te Zal Mahmud Paşa Cami ve Medresesi yakınında bir sıbyan mektebi, Haliç kıyısında Ayvansaray –Korucu Mehmed Çelebi Cami-i Şerifinin altında yer alan bir çeşme de inşa ettirmiştir. Mimar Sinan yapısı çeşmesinin 2004 yılında çalınan kitabesi 975/1567 tarihliydi: Acâyib hayra girdi Sîm-keşbaşı Skender Beğ Döküp sîm u zeri bu şeşme-sâra urdı bünyânı Binâsı Sedd-i İskender suyu âb-ı hayât oldı Hayât-ı sermedî buldı Hızır-veş nûş iden ânı Safâ-yı tab'la Sâ'i bunun itmâmı târihin Didim bulmuş Skender aynıyle âb-ı hayvânı 975 İskender Beğ 990/1582 tarihinde vefat etmiş olup, Eyüp Sultan civarında defn edilmiştir. Mektebi ise, Sultan III. Mustafa'nın kızı Şah Sultan tarafından hedm edilerek yerine halen mevcut olan Şah Sultan Mektebi Ve Sebili yaptırılmıştır. Bugün mevcut olmayan Ayvansaray/Korucu Mehmed Çelebi Camii altındaki çeşmesinin ise kitabesi çalınmış ve harap vaziyettedir. Dugacinzadelerle akrabalık tesis etmiş olduğundan Sicill-i Osmani gibi bazı kaynaklarda zuhul eseri olarak Dugacinzâde olarak kaydedilmiştir. İskender Bey gâilesinin bertaraf edilmesi akabinde, Arnavut diyarı kâmilen Osmanlı idaresi altına girmiş. Prizren ve civarında hüküm süren Dugacin Prensleriden iki kardeş Fatih devrinde İstanbul'a gelerek Ahmed ve Mahmud adlarını almışlardır. Bunlardan Mahmud genç yaşta vefat etmiş, Ahmed ise vezâret rütbesi ile valilik yapmıştır. Dugacinlere ait bir aile mezarlığı halen Eyüp'teki Şah Sultan Mektep ve sebili bitişiğinde yer almaktadır. Not: Bugün, Allah (C.C) nasib ederse, Arnavutluk-Tiran'da “Osmanlı Döneminde Arnavutluk ve Arnavutlar” konulu bir konferansımız olacak [16.1.16] Devam Edecek. YeniŞafak │
│ **********2*********** Arnavutluk ve Arnavutlar-2
Fatih döneminde ayrıca ilk Arnavut sadrazam da Avlonyalı/Vloralı Gedik Ahmed Paşa olur. Akkoyunlu ve Karaman seferleri ile Otlukbeli savaşındaki yararlılıkları ile ön plana çıkan Gedik Ahmed Paşa Kırım'ın Osmanlılara bağlanması, Arnavutluk sahillerinin Osmanlı topraklarına katılması, en son İtalya çizmesinin topuğunda yer alan Otranto/Tarrant'ın ele geçirilmesi gibi faaliyetleri ile göze çarpar. Fatih Sultan Mehmed'in vefatı akabinde Sultan Cem meselesinin zuhuru üzerinde Otranto'dan geri çağrılır. Saltanat rekabetinin Sultan Bayezid'in lehine neticelenmesinde de rolü olur. Ancak Otlukbeli savaşındaki bir azarlanmadan dolayı kinini yenemeyen Sultan Bayezid bu pek şecaat sahibi kahraman, dirayetli vezirini 887/1482 tarihinde Edirne'de tamamen haksız yere boğdurtur. Gedik Ahmed Paşa ile ilgili olarak şu makalemize bakınız: MüfidYÜKSEL
Gedik Ahmed Paşa'dan sonra, Kanuni Sultan Süleyman derinde ilkin yine Avlonyalı Ayas Paşa'yı Sdarazam/Vezir-i A'zam olarak görürüz. 942/1535-36 tarihinde Mühr-i Hümayunu alarak Sadrazamlık makâmına oturan Ayas Paşa 26 Safer 946/13 Temmuz 1539'da vebâ hastalığından vefat ederek, Eyp Sultan'da, Türbenin Haliç tarafında yer alan giriş kapısının sol tarafındaki müstakil türbesinde medfundur. Ayas Paşa ile ilgili olarak bakınız: Müfid YÜKSEL
Ayas Paşa'dan sonra ise halefi olarak yine bir Arnavut olan İşkodralı Lütfi Paşa sadrazamlık makamına getirilir. Harem-i Hümayundan Ağalık rütbesi ile çerağ olan Lütfi Paşa önceleri çuhadarlık ve müteferrikalık payelerini ihraz etmiştir. Sırasıyla çaşnigir başılık ve miralemik vazifelerini deruhde etmiştir. Sancak beyliğine yükselen Lütfi Paşa Kastamonu, Aydın ve Yanya sancaklarında beylik yapmıştır. Daha sonra Karaman, Şam ve Rumeli beylerbeyliği vazifelerine tayın olunmuştur. 936/1529-30 Tarihinde Kanuni Sultan Süleyman Lütfi Paşa'yı kızkardeşi Şah Sultan ile şaşaalı bir düğünle evlendirmiştir. 946 tarihinde Ayas Paşa yerine Vezir-i A'zam olmuştur. Daha sonra bir münazza yüzünden sadaretten azledilmiş ve Dimetoka'ya ikamete tabi tutulmuştur. Dimetoka 'da çiftliğinde tekaüd halinde iken, medrese tahsili de olması hasebiyle Arapça ve Türkçe 20'yi aşkın kitap kaleme almıştır. Türkçe eserlerinden ise “Tevârih-i Al-i Osmanéı ve “Asafnâme” adlı eserleri ile ünlenmiş ve bu iki eseri de basılmıştır. Sadrazam Lütfi Paşa ile ilgili bakınız: Müfid YÜKSEL
16 Yüzyılın ikinci yarısında ise Ferhad Paşa Ve Yemen Fatihi Koca Sinan Paşa'yı Arnavut sadrazam olarak yükselmişlerdir. Sadrazam Frhad Paşa ve Koca Sinan Paşa ile ilgili olarak bakınız: Müfid YÜKSEL Müfid YÜKSEL
16. Yüzyılda Arnavutlar artık Osmanlı Saray bürokrasisinin/idaresinin en güçlü topluluğu haline gelir. Halep, Şam, Bağdat, Mısır, Budin, Mora gibi eyalet ve merkezlerin vali ve idarecileri de çoğunlukla Arnavutlar arasından çıkar. Bunlar arasında Budin ve Şam Valisi/Beylerbeyi Plak Mustafa Paşa en önde ge lenlerdendir: Plak Mustafa Paşa : Plak, Arnavutça'da yaşlı/ihtiyar manasına gelmektedir. Enderûn-ı hümâyûndan çıkarak Yanya beyi oldu. Sonra Rodos beyi olup 926 (1520) de kapdân-ı derya olmuştur. “Şah-ı Hûbân” adında bir harem muteberesi ile evlendikten sonra vezirliğe nail oldu. Akabinde Budin Beylerbeyi oldu. 939 (1531/2) de şam beylerbeyisi olup o sene azledildi. Sonra Mısır'a gidip uzlet ve tekâüdü ihtiyar etti. Sonra Dersaadet'e gelip 940 (1533/4) da vefat etmiştir. Eyüp'deki bu türbesine defnedilir. Gelibolu'da cami ve medresesi vardır. Oğlu Ahmed Bey Estergon Beyi olarak vefat etmiştir. Plak Mustafa Paşa'nın Yunanistan-Serez/Siroz'da bulunan Camii ise bugün harap ve minaresi yıkık vaziyettedir. Devam edecek YENİŞAFAK │
│ **********3*********** Arnavutluk ve Arnavutlar (3)
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Topkapı civarında Cami ve Külliyesi bulunan Sadrazam Kara Ahmed Paşa ve 16. Yüzyıl sonlarında üç kez vezir-i a'zamlık makamını ihraz eden Ferhad Paşa'nın katledilmiş olmasına rağmen Arnavutların devlet idaresinde parlak dönemleri hep süre gelir. Osmanlı Devletinde sadrazamlık mevkiine gelen Arnavutlar şunlardı: Gedik Ahmed Paşa Ayas Paşa Lütfî Paşa Kara Ahmed Paşa Rüstem Paşa'nın Damadı (diğer ) Ahmed Paşa Ferhad Paşa Koca Sinan Paşa Yemişçi Hasan Paşa Ohrili Hasan Paşa Mere Hüseyin Paşa Tabanı Yassı Mehmed Paşa Kemankeş Kara Mustafa Paşa Kara Murad Paşa Tarhuncu Ahmed Paşa Köprülü Mehmed Paşa Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa Köprülüzâde Mustafa Paşa Ohrili Arabacı Ali Paşa Amcazâde Hüseyin Paşa Daltaban Mustafa Paşa Köprülüzâde Nu'man Paşa Morevi Toska Damad Hasan Paşa Hacı Halil Paşa İvaz Mehmed Paşa İvazzâde Halil Paşa Arnavut Hacı Memiş Paşa Derviş Mehmed Paşa Mustafa Nâili Paşa Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa Kavalalızâde M. Said Halim Paşa Özellikle 17. Ve 18. Yüzyıllar, Osmanlı Sarayı'nın Arnavut vezir idareci ve ricalle adeta lebaleb dolduğu dönemler olmuştur. Budin, Mora, Yanya, Varna, Halep, Şam, Humus, Ruha, Mısır, Kudüs, Beyrut, Yemen, Erzurum, Diyarbekir, Trablusgarp gibi merkezlerde genellikle Arnavut vali ve mutasarrıflar başı çekmiştir. Yanısıra, 17. Yüzyılda, Sultan IV. Murad'a sunduğu Risâlesi ile ünlenen Mustafa Koçi (Kuçi/Kudqe=Arnavutça'da kırmızı anlamına gelir.) gibi şahsiyetler eserleri ile ön plana çıkmıştır.18. Yüzyılda Sarayda Arnavut vezir sayısı o kadar artar ki, Kubbealtı Divân-ı Hümayun'da vezirlerin ictima/Müzakereleri Türkçe yerine Arnavutça yapılır. Yani Divân-ı Hümayun'da toplantılar Arnavutça yapılır hale gelir. Bazen Saray-ı Hümayun'da konuşma/tekellüm lisanı olarak Arnavutça Türkçe'nin önüne geçer. Sadece vezirlik, valilik gibi idari mevkilerde değil, ilmiye de de Arnavut şahsiyetler ön plana çıkar. Bunlardan Belgrad'ın ikinci kez fâtihi olarak adlandırılan Sadrazam İvaz Hacı Mehmed Paşa'nın oğullarından Şeyhülislâm İvazzâde İbrahim Efendi temayüz eder. Arnavutların Saray ve memleket idaresinde bu yükselişlerine rağmen, Osmanlı Devleti'nin 17. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren, özellikle II. Viyana bozgunu sonrasında cereyan eden hadiseler, 1699'daki Karlofça Muahedesi ile Budin vilâyetinin tümü ile kaybedilmesi, Pasarofça Anlaşması Osmanlı Devleti'ne ağır darbe vurur. Ancak, Çar Deli Petro ile başlayan Rus yükselişinin Çariçe II. Catherina ile zirve yapması, 1768'de başlayan Kırım Savaşı, 1774'te imzalanmak zorunda kalınan Küçük Kaynarca Anlaşması Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecinin dönüm noktası olmuştur. Osmanlı Coğrafyasının kuzeyinde Rus Çarlığı'nın güçlenip yükselmesi, önce Portekizliler ve İspanyollar, sonra ise Fransızlar, İngilizler ve Hollandalıların denizlerde, hususen, uzak denizlerde hakimiyet tesis etmesi; Osmanlı Devleti'nin 17. Yüzyıldan itibaren uzak denizlere açılamaması; Venedik'i aşamaması Akdeniz'de de hakimiyetinin iyice zayıflamasına yol açar. Bunun neticesi olarak, Cezayir ve Mora Yarımadasında büyük sıkıntılar baş gösterir. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Osmanlı'yı Mora Yarımadası civarında ciddi tehdit altında bulundurur. 1790'lara gelindiğinde Osmanlı Devleti bu bölgede iyice tazyik altında kalır. Artık, neredeyse Düvel-i Muazzama haline gelen güçlü donanmalara sahip bu devletler Mora Yarımadasındaki gayr-i Müslim/Rum ahaliyi gerekçe göstererek Osmanlı Devleti üzerinde bir hayli baskı uygular. Rum ahaliye yönelik iddia edilen bazı uygulamalardan Mora'daki Müslüman-Toska-Arnavut ahali ve idareciler mes'ûl tutularak Toska Arnavutlarının Mora Yarımadasından tahliyeleri talep edilir. Çaresiz kalan Osmanlı idaresi 1792'de Toska Arnavutlarını Mora Yarımadasından tahliye etmek zorunda kalır. Devam Edecek YENİŞAFAK │
│ **********4*********** Arnavutluk ve Arnavutlar-4
Rusya ve diğer Batılı devletlerin baskısı ile, Mora Yarımadası'nda Müslüman nüfusun kahir ekseriyetini teşkil eden Toska Arnavutlarının Kapudan-ı Deryâ/Sadrazam Cezayirli Gâzî Hasan Paşa'nın sefer ve harekâtı neticesinde Yarımadadan çıkarılması ile Rum ahâli ekseriyet konumuna geçer. Rusya ve diğer Batılı Devletlerin desteği ile isyan faaliyetleri artar. Artık Mora'da isyanların ardı arkası kesilmez. Her defasında Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa isyanların bastırılmasını sağlar. 1774'teki Küçük Kaynarca Anlaşmasının ağır şartları (Küçük Kaynarca Muahedenâmesinin Maddeleri için bakınız: Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Cilt .1, Shf. 357-370) bu ayaklanmaları kolaylaştıran en önemli âmil olur. ( Bkz. Ahmed Câvid, Zeyl-i Hadîkatu'l-Vüzerâ, Cerîde-i Havâdis Matbaası, İstanbul, 1271; Shf. 41-43; Süleyman Külçe, Osmanlı Tarihinde Arnavutluk, İzmir, 1944: 123-128; Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Cilt.2, Shf. 87-113; Mora İhtilâli Tarihçesi Veya Penâh Efendi Mecmuası, Fatih-Millet Ali Emiri Kütüphanesi, Tarih. 677-1737; Haz: Aziz Berker, Tarih Vesikaları Dergisi, No: 7-12, 1942-43; William Miller, The Turkish Restoration In Greece, 1718-1797, New York, 1921) 19. yüzyılın daha başlarında, felaketler zinciri birbirini takib eder. Necd ve Hicâz bölgesindeki Vahhâbî ayaklanmaları yaklaşık 30 yıl sonra, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya (Mehmed Ali Paşa aslen Arnavutluğun Korça/Görice Kazasının Viskop köyünde doğmuş olup, sekiz yaşında iken ailesi bir kan davası yüzünden Kavala'ya göçtüğünden Kavalalı olarak şöhret bulmuştur.) ferman çıkarılır. Mehmed Ali Paşa, oğulları İbrahim ve Tosun Paşaları, zamanında Selanik İskelesinden Mısır'a sevk edilen seçme Arnavut askerleri ile Hicaz'a gönderir. Çetin savaşlardan sonra Hicaz/Haremeyn kontrol altına alınır. Sonra, üç yıl süren savaşlar neticesinde Suudilerin o dönemde Necd'deki merkezleri olan Dir'iyye kasabası da zabtedilerek, yakalanan asiler İstanbul'a gönderilir (1228/1813). (Bakınız: BOA. HAT156/6517- J. 17/Ra/1215; BOA.HAT163/6797- A-B. 26/Z/1215; C. AS. 776/32863; Eyub Sabri Paşa, Târih-i Vehhâbiyan, Kırk Anbar Matbaası, İstannbul, 1296. Latin Harfli Çeviri: Süleyman Çelik, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1992.) Hatta, bu hadiselerin anısına, Sultan II. Mahmud, Eyüp Sırtlarında bir çeşme bile yaptırır. Çeşme halen mamur bir halde olup 1228/1813 tarihli kitâbesi şu şekildedir: Efdalu'l-a'mâli sakyu'l-mâ' (Amellerin faziletlisi su dağıtıcılığıdır.) buyurmuşdur Resûl Su (Fi) Sebîlillâh liruhi'l-Haseneyn ola kabul Sene 1228 Gâzî şod (oldu) Abdülhamîd Hânzâde Mahmud Hân Hakka Hem Medîne, Ferth-i Mekke müjdesi buldu vusûl Sene 1228 1820'lere gelince Balkanlarda büyük sorunlar sökün eder, Mora isyanlarının artışının yanı sıra, Sırp meselesi de Kara Yorgi, Miloş ve çevrelerindeki silahlı grupların faaliyetleri ile birlikte yükselişe geçer. Ancak bunun yanı sıra Rumeli'deki bozgunlar ve kayıplar Osmanlı merkezi idaresi ile Arnavul mahalli idarecilerinin arasında büyük sorunların baş göstermesine yol açar. Daha 18. yüzyıl sonlarında İşkodra'da Kara Mahmud Paşa hadisesi, Kara Mahmud Paşa'nın ve oğlu Mustafa Paşa'nın sonradan haksız yere katledilmesi (1211/1796) bölgede huzur ve sükunun bozulmasına yol açar. (Süleyman Külçe, Osmanlı Tarihinde Arnavutluk, Shf. 129-134) Tepedelen a'yânından Velî Efendi'nin oğlu olan ve hırslı bir kişiliğe ve aynı zamanda çok zeki ve dirayetli bir kişiliğe sahip olan Ali Paşa (Doğumu: 1156/1743) kısa zamanda çevresinde güçlenir. 1201/1787'deki Rusya-Nemçe muharebesinde Arnavut gönüllülerin başında gösterdiği yararlılıklardan dolayı taltif edilir. Teselya Valiliği ve Derbent Muhafızlığına getirilir. Bu valiliği esnasında Mora isyanlarının bastırılmasında gösterdiği kararlılık ve dirayet onu İstanbul'un nezdinde yükseltir. (Bakınız: Ahmed Câvid, Hadîka-i Vekâyî, Haz: Adnan Baycar, TTK Yayınları, 1998. Shf. 89-90, 118). Tepedelenli Ali Paşa nihayetinde 1203/1789'da Yanya Valiliğine yükseltilir. Bundan sonra Ali Paşa adeta başına buyruk bir vaziyette, teferrud halinde bölgesini yönetir. 1225/1810'dan itibaren tüm Toska bölgesi idaresine girer. Özellikle 18. yüzyıl sonlarıyla 19. yüzyıl başlarında, Yanya'da Tepedelenli Ali Paşa, Girit ve Mısır'da Mehmed Ali Paşa, Balkanlar ve Doğu Akdeniz'de Osmanlı içerisinde yükselen Arnavut gücünün sembolü olmuşlardır. Her iki paşa/vali Osmanlı sarayına bağlı faaliyet gösterdikleri dönemlerde büyük bir güç oluşturdukları gibi Hicaz'dan Sırbistan'a kadar Osmanlının hakim/vurucu gücü haline gelmişlerdir. Zamanla Batı Avrupa ülkeleri ve Rusya'nın güçlenmesiyle kuzey Balkan topraklarını kaybetmeye başlayan Osmanlılar güney Balkanları Arnavut nüfus ve gücü sayesinde elinde tutabilmiştir. Ne varki, Tepedelenli Ali Paşa ve Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı saray yönetimi ile yollarının ayrılması Osmanlının Güney Balkanlardaki talihini değiştirmiştir.(Dr. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi, TTK Yayınları, 2. Baskı, 1988) Tepedelenli Ali Paşa'nın Sultan II. Mahmud'un ünlü gözde Başmüşaviri Mehmed Said Halet Efendi ve Sadrazam Hurşid Paşa'nın plan ve kışkırtmaları ile bertaraf edilmesi hadiselerin seyrini değiştirmiştir. Tepedelenli Ali Paşa isyanı bastırıldıktan sonra, Tepedelenli Ali Paşa ve oğulları kaydı hayat şartıyla, aman dileyerek, İşkodralı Mustafa Paşa aracılığıyla, Hurşid Paşa'ya teslim olmalarına, dehâlet etmelerine karşın, Hurşid Paşa, İstanbul'a, saraya danışmadan, Tepedelenli ile, oğullarını sahte bir ferman ve yafta uydurarak tamamen haksız yere idam ettirmiş ve ser-i maktû'larını/kesik başlarını İstanbul'a göndermiştir. Tepedelenli Ali Paşa'nın idamında asılan Hurşid Paşa'nın uydurduğu sahte yafta şu şekildeydi: “Tepedelenli Ali Paşa: Otuz seneden beri devlet-i aliye sayesinde türlü türlü lütuf ve inâyetler görmüş ve bunca kazâ ve memleketler uhdesine ihâle olunarak gerek kendisi ve gerek evlâd ve müteallikâtı nice nice ihsân-ı hazret-i Pâdişâhiye nâil olmuş iken bu ni'metlerin kadrini bilmeyip şimdiye kadar veli-yi ni'meti olan devlet-i aliyyenin hilâf-ı rızâsı İbâdullah hakkında etmediği hıyânet ve habâis kalmamış ve bunun eylediği fesâd ve mel'anetler bir târihde ne görülmüş ve ne işitilmiştir. Şöyle ki, merkûm hiçbir vakitde tek durmayıp her nerede bir fesâd zuhur etse, ya kuvvet-i mâliye yahud sâir cihetler ile ol fesâdta gizli veya âşikâre eli ve medhali olduğundan gayri kendi idaresinde olan memleketlerden başka, sâir eyâlet ve sancaklara dahi el atıp ve gunagun ihtilâller, Emânâtullah olan fukarâ-yı raiyyet ve sükkân-ı memâlikden kiminin mal ve canına ve kiminin ırzına ve kiminin hânümânına tasallut ile Arnavudluk'da ve Yenişehir ve Manastır ve Sarıgöl.. civârında olup el erdiği kazâlarda nice nice hânedânlar söndürmüş ve eylediği mezâlim ve taaddî cihetiyle bilcümle Arnavutluk ve etraf kazâlar hânedân ve ahâlilerini vatanlarından dûr ve mehcûr ve canlarından bîzâr etmiş olduğundan taraf-ı devlet-i aliyyeden kendüye evvel ve âhir bu kadar nasihatlar olunarak vehâmet-i âkibetden ikâz olundukça birine kulak tutmayıp yine bildiğine giderek ve gitdikçe fesâd ve mel'anetini dahi artırarak ve nihâyet-i kâr dâru'l-emân ve makarr-ı hilâfet olan İstanbul'a sığınan bâzı hilâfında bulunanlara icrâ-yı garaz içün kurşun attırmak fezâyihine cesâret eyleyerek şer'an ve mülken haddini bildirmek lâzım geldiğinden, vezâreti ref' ile uhdesinde olan sancaklar âherlerine tevcîh olundukda açıkdan açığa izhâr-ı isyân edip çok vakitden beri kurduğu dâm-ı fesâd ve ihânetini icrâ içün Kal'a-yı pâdişâhî olan Yanya kal'asını tahassun ile veli-yi ni'meti olan devlet-i aliyyeye karşı durabilmek zu'm-ı bâtılına düşmüş ve vukû bulan Rum milleti fesâdatında gizlice derkâr olan ittifakını meydana çıkarıp Mora ve Soli gavurlarına külliyetli akçe göndererek gavurları Ümmet-i Muhammed üzerine taslît edip bî-dîn ü mezheb olduğunu bir kat dahi isbat etmiş olduğundan merkûmun şer'an ve mülken katli vâcib olmuş olduğundan i'dâm ve izâlesine me'mûr kılınan hâlen Rumeli vâlisi serasker-i zafer-rehber atufetlu Ahmed Hurşîd Paşa tarafından ahz ve girift olunarak hakkında verilen fetva-yı şerîfe ve celâdet-efzâ-yı sahîfe-i sudûr olan fermân-ı hazret-i pâdişâhî mucebince cezâ-yı sezâsı tertib olunarak Ümmet-i Muhammed fesâd ve zulmünden kurtulmuş olan Tepedelenli Ali Paşa dedikleri hâin-i dînin ser-i maktû'udur. “ (Yafta'nın fotoğrafı için, arkadaşımız M. Akif Köseoğlu'na teşekkürü borç biliriz.) (Hurşid Paşa'nın uydurduğu sahte idam fermanı metni ile ilgili olarak da bakınız: Ahmed Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, Cilt 12. Shf. 220-221) Gövdesi Yanya'daki Fethiye Camiine defnedilen, kendisi ve çocuklarının ser-i maktû'u/kesik başı İstanbul Silivrikapısı dışına defnedilen Tepedelenli Merhum Ali Paşa'nın halen mevcut Mezar Şahidesindeki Kitâbe şu şekildedir. Huve'l-Hallâku'l-Bâkî Otuz seneden mütecâviz Arnavudluk'da teferrüd eden Yanya Sancağı mutasarrıfı Meşhur Tepedelenli Ali Paşa'nın ser-i maktû'udur Tepedelenli ve oğullarının aman dileyip, teslim olmalarına karşın sahte ferman uydurularak katledilmeleri, Hurşid Paşa'ya karşı İstanbul'un, sarayın nefretine yol açmıştır. Halbuki, daha sonra Bağdad valisi Çerkes Davud Paşa ile, İşkodralı Mustafa Paşa ayaklanmaları anlaşmayla sonuçlanmış, bu paşalar affedilerek başka vilayetlerde valilik vazifelerine, devlet hizmetine sadakatle devam etmişlerdir. Tepedelenli'nin oğulları ile birlikte katledilmesi sonrasında Mora İsyanları daha da alevlenir. 1830'a gelindiğinde Mora Yarımadası bağımsızlığı tanınan bir Yunan Devleti haline gelir. Daha önceki hatalı tutumlarına rağmen, Yanya Valisi Tepedelenli Merhum Ali Paşa ve oğullarının, anlaşmalı bir şekilde İşkodralı Mustafa Paşa aracılığıyla teslim olup Devlet-i Aliyye'ye dehâlet etmelerine karşın, Hâlet Efendi'nin iğvaları, Hurşid Paşa tarafından İstanbul'a sorulmadan uydurulan sahte bir fermanla haksız yere idamları Arnavutlar ile olan tarihimizde derin bir yara oluşturmuştur. Devam Edecek YENİŞAFAK │
│ **********5*********** Arnavutluk ve Arnavutlar-5
Tepedelenli Ali Paşa hadisesinden sonra, bir kısım hadiseler zinciri peşpeşe gelir, 1241/1826'da, Osmanlı'nın ana ordusunu teşkil eden yeniçeriliğin çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırılması. Ardından 1243-44/1828'de Navarinde Osmanlı-Mısır donanmasının Rus-İngiliz-Fransız donanmasına ait gemilerce yakılması neticesinde Osmanlı-Rus Kırım Harbinin cereyan etmesi, bunun da neticesi olarak Yunanistan'ın bağımsız olması ve buna ilaveten İşkodralı Mustafa Paşa hadiseleri cereyan eder. İşkodralı Şerîfî Mustafa Paşa aslen Arnavut olup, 19. yüzyılın ilk yarısında en önemli Osmanlı paşa ve valilerinden biridir. İşkodralı Mehmed Asaf Paşa'nın oğlu olarak 27 Ramazan 1201 tarihinde dünyaya gelmiş. Kuvvetli bir ilim tahsili görmüş, amcası İbrahim Paşanın yerine Mirmiranlıkla İşkodra valisi olmuştur. Tepedelenli Ali Paşa gailesindeki hizmetlerinden dolayı taltif edilmiştir. Bilahare Vidin seraskeri olmuştur. Ohri, Elbasan ve Dukakin sancakları da onun uhdesine verilmiştir. 1245 tarihinde Reşid Mehmed Paşa sadrazam olunca, Ohri, Elbasan ve Dukakin'i Mustafa Paşa'nın elinden almaya kalkışır. Bu konuda Padişahı ikna eden Reşid Mehmed Paşa bunun üzerine ordu gönderir. Mustafa Paşa da ayaklanarak her tarafa ayaklanma ile ilgili beyannâme varakaları gönderir. Çeşitli yerlerde süregelen müsademelerin ardından Mustafa Paşa İşkodra kalesine çekilir. Nihayet kale kuşatılır. Üç ay süren mukavemetin sonunda Şerîfî Mustafa Paşa, araya bazı kimseler koyarak Hassa Ordusu Ferîki Ahmed Fevzî Paşa'ya ailesi ile birlikte teslim olur. İstanbul'a getirilen Mustafa Paşa bir süre bir konakta ailesiyle beraber Misafir edildikten sonra Mirmiran olan oğluyla birlikte Padişah'ın huzuruna çıkarılır. Kendisinin başkalarınca aldatıldığı anlaşıldığından affedilip itibarı iade edilir. Padişah II. Mahmud ona murassa bir saat ve bir çok eşya hediye eder. Daha sonra sırasıyle Kastamonu, Adana, Maraş, Hersek, Konya, Cezayir-i Bahr-i Safid, Halep ve İzmir valiliklerinde bulunur. Sicil-i Osmanî 'ye göre Mevlevî meşrepli olan Mustafa Paşa son olarak Medine-i Münevvere'ye gönderilip Şeyhu'l-Harem-i Nebevî olur. Bu vazifede iken 7 Zilka'de 1276'da Medine'de vefat edip, Cennetu'l-Bakî'de defnedilir. (Mehmed Süreyya, Sicil, 4/477; Külçe, 1944:189-196). Büyük oğlu Hasan Hakkı Paşa çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş ve Halep valisi iken vefat etmiştir. Küçük oğlu Ali Rıza Bey Şura-yı Devlet azasından olmuş olup, 1316 tarihinde vefat ederek Fatih Camii haziresine defnedilmiştir. Tepedelenli Ali Paşa hadisesinin yol açtığı yaraları fark eden Osmanlı idaresi İşkodralı Mustafa Paşa hadisesini suhuletle çözerek, yeni bir krizin önünü almış olur. 1870'lere gelinceye kadar Arnavutluk'ta sükunet hasıl olduğu gibi Arnavutlar hem idari hem de askeri sahada Osmanlı'nın büyük gücü olmaya devam eder. Daha önce Selanik iskelesinden Mısır'a Arnavut askeri nakline benzer şekilde Suriye/Halep ve Yemen'e Arnavut askeri nakilleri devam eder. (Yemen'e 1267/1851'de Bin Arnavut Askeri Sevkine Dair Bakınız: BOA, A.MKT.MHM. 354/86;Haleb'e 1282/1866'da Arnavut Askeri Sevkine Dair Bakınız: BOA, A.MKT.UM, 80/103) Hatta Musul Civarındaki, Dize/İmâdiye bölgesindeki Osmanlı askeri garnizonunun önemkli bir bölümünü Arnavut askerleri oluşturur. Büyük Britanya'nın bir zamanlar ünlü İstanbul Sefiri Sir Austen Henry Layard'ın 1849'da Mezopotamya Ve Kürdistan'daki gezi ve arkeolojik araştırmalarını içeren “Nineveh And Babylon” - İlk basımı 1853- adlı eserinde, Diza/Amediye bölgesinde yer alan Osmanlı askeri garnizonunun bir bölümünün Arnavut askerlerinden oluştuğundan ve komutanları Tepelinli İsmail Ağa ile olan görüşmelerinden söz eder. (Layard, Sir Austen, Henry, In The Ruins Of Nineveh And Babylon, London, 1853, PP.380) Ancak, Önce Hersek Ve Karadağ isyanları sonrasında 1293/1877-78 Osmanlı Rus Harbi büyük bir felaketle neticelendiği gibi başka felaketler zincirini tetikler. Rus orduları Ayestefanos/Yeşilköy'e kadar ilerler, hatta orada bir anıt bile inşa ederler. Çok ağır şartları hâvi Ayestefanos anlaşması Osmanlı için çok ağır yükümlülükler getirir. Ancak bu antlaşma ile Rusya'nın Balkanlar'da tamamen hakim bir konuma gelmesi Batılı devletleri, özellikle İngiltereyi telaşlandırdı. Osmanlılar bu tepkilerden yararlanarak Kıbrıs'ın idaresini Büyük Britanya'ya bırakmak şartıylala Berlin'de yeni bir antlaşma (Berlin Konferansı/Antlaşması) zemini elde etmeyi başardılar. Ayastefanos'un ağır şartlarını hafifleten Berlin Konferansı/Antlaşması ile Osmanlı Devleti›nin Balkanlar'daki varlığı bir süre daha devam etti. Bu anlaşma ile Osmanlı devletinin Rumeli'deki topraklarının büyük bölümü iade edilmiş oldu. Ancak, Sırbıstan ve Karadağ bağımsız olurken, Bulgaristan muhtar bir prenslik haline gelir. Niş, Buyanovac, Medyeva, İvranya; Ülgin, Bar gibi Arnavut nüfusla meskun bölgeler de Sırbistan›a ve Karadağ›a bırakılır. Bosna-Hersek ise ilhak edilmese de, Avusturya-Macaristan devletinin denetimine girer. Arnavutluktaki bu toprak kaybına karşı Prizren Şehrinde, halen mevcut Mehmed Paşa Camii ve Medresesinde, ünlü “Prizren Birliği” kurulur. Bu birlik 1878'de Osmanlının 93 harbi sonrası Ayestefonas (Yeşilköy ) anlaşmasıyla Balkanlardaki büyük toprak kaybına karşı Arnavut direniş kuşağı oluşturmak üzere, Sultan II. Abdülhamid'in de onayıyla Abdül ve Naim Fraşeri öncülüğünde Prizren'de kurulmuştur. Daha sonra Berlin konferansı ile kayıpların bir bölümünün önlenmesiyle Prizren Birliği, Dibra/Debre'deki toplantı üzerine Lofçalı Derviş Paşa'nın gerçekleştirdiği bir harekatla ortadan kaldırılmıştır. Ancak bu konferans sonucu Ülgin, Çetina, Bar, Niş, Preşeve gibi Arnavut nüfusla meskun bölgeler Karadağ ve Sırp prensliklerine bırakılmıştır. Prizren Birliği'nin dağıtılması, Tepedelenli Ali Paşa hadisesinden sonra Arnavutlarla olan tarihimizde ikinci büyük yarayı oluşturan hataydı. Abdül ve Naim Fraşeriler Kamus-i Türki ve Kamusu'l-A'lam gibi ünlü eserlerin yazarı Şemseddin Sami'nin kardeşleridir. Abdül Fraşeri, Prizren Birliği Derviş Paşa harekatıyla dağıtıldıktan sonra bir süre hapsedilir, daha sonra İstanbul'a memuriyete getirilir. En son İstanbul Şehremanet (Belediye) meclis üyesi iken 1892'de ölür. Ailece Bektaşi olduklarından Merdivenköy Şahkulu Sultan Bektaşi tekkesine gömülür. Ancak, 1978'de -Prizren Birliği'nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümü- Arnavutluk hükümetinin talebi Bülent Ecevit hükümetince kabul edilerek kabri Tiran'a nakledilir. Devam Edecek. YENİŞAFAK │
│ **********6*********** Arnavutluk ve Arnavutlar-6
Prizren Birliği'nin/İttihâdı'nın Derviş Paşa Harekatı ile dağıtılmasının akabinde, birliğin ileri gelenleri İstanbul'a gönderilir. Bunlar, Sultan II. Abdülhamid tarafından affedilerek, çeşitli memuriyetlerle gönülleri alınmaya çalışılır.İstanbul'a getirilip ikâmete tabi tutulan PirmetliFraşeri kardeşlerden, Abdül Fraşeri,Şehremanet Meclis azalığına getirilirken, kardeşi NaîmFraşeri, Maârif Encümeni a'zâlığına (Milli Eğitim Komisyonu üyeliği) getirilir, hatta NaîmFraşeri bu esnada çeşitli kitaplar neşreder, bunlardan biri, “Kavâid-i FarsîBer Tarz-ı Nevîn- Yeni Tarz Üzere Farsça Gramer” adlı eseri'dir. (Şirket-i Mürettebiye Matbaası, İstanbul, 1303) Diğer kardeş Şemseddin Sami ise uzun zamandır zaten İstanbul'da memuriyet hayatında bulunuyordu. Kendisine Erenköy'de tahsis edilen ünlü köşkünde bir çok eser telif ederek yayınlar, bunlar arasında, “Kâmusu'l-A'lâm” adlı 6 ciltlik dev ansiklopedi ve “Kâmus-i Türkî”, “Kâmus-ı Fransevî” gibi lügatler en başta gelenleridir. Bunların yanı sıra, “Taaşşuk-ı Tal'at ve Fitnat”, “BesaYahud Ahde Vefa” gibi tiyatro vs. edebi eserleri de bulunmaktadır. Prizrenİttihadı'nın dağıtılmasının yol açtığı krizleri çözmeye kararlı olan Sultan Abdülhamid, Sarayda Arnavutlardan oluşan Tüfekçiler adıyla bir muhafız kıt'ası oluşturur. Sultan II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı ve çevresindeki muhafız alayı; Arnavut tüfekçiler kıt'ası, Kürt süvariler ve Arap muhafızlardan oluşmaktaydı. 1890'lı yıllara doğru Arnavutluk'ta, özellikle Rusya ve İtalya'nın bölgede nüfuzunun gelişmesi ile bazı vak'aların ardı arkası kesilmez. Kuzey Arnavutluk'ta İşkodra ve çevresinde Katoliklerin faaliyetleri, Güney'de Ortodoksların bir kısım hareketleri ön plana çıkar. Rusya'nın Kosova'daki DeçaniKilisesi üzerinden yürüttüğü faaliyetler asayişsizliğe dönüşür. Arnavutlukta, Müslüman ve Hristiyan ahali arasında büyük kargaşalara yola açan ve peşpeşe gelen Domuzbaşıvak'aları görülür. DeçaniKilisesinin teşvikleri ile bazı yerlerde, kesik domuz başları gizlice camilerin içine atılarak, Müslüman Arnavut ahali Hristiyanlara karşı tahrik edilir. Sultan II.Abdülhamid; Arnavut diyarında asayiş ve düzenin temini için 1316/1900'de, Tirgovişteli, baba tarafından Boşnak, validesi tarafından Arnavut olan Şemsi Paşa'yı Mitrovitza'daki ana karargâha 'ferik' rütbesi ile kumandan tayin ederek bölgeye gönderir. Bu suretle Arnavut diyarında Şemsi Paşa dönemi başlar. Sultan II. Abdülhamid Hân'ın alaylı paşalarından olup, sonderece dindar ve sadakati ile bilinen Şemsi Paşa; dirayeti ve iyi idareciliği ile kısa zamanda bölgede asayiş ve düzeni temin eder. Arnavutlarla oluşturduğu sıcak diyalog sayesinde, sevgi ve muhabbetlerini kazanır. Sultan II. Abdülhamid'in en önemli alaylı paşalarından olan Şemsi Paşa , 1262/1846 'da Tirgovişte'de doğmuştur. 1280 yılında Bosna'da askerlik mesleğine girmiştir,zamanlakolağalığa ve binbaşılığa yükselmiş,1316/1900'de de 'ferik' rütbesi almıştır. Karadağ , Kosova ve Bosna'da görev yapmış ve Sultan II. Abdülhamid yönetimine sadakatiyle tanınmış olup, Balkanlarda Jön Türklere (İttihatçılar) karşı , Padişah'ın güvencesi olmuştur. Şemsi Paşa, aynı zamanda Osmanlı yönetiminin Balkanlardaki son şansı ve kalesi idi. Özellikle Arnavutluk'taki dirayetli yönetimi ile düzen ve intizamı sağlamış, İttihatçı bozgunculara/komitacılara göz açtırmamıştır. En son 1908'de Resneli Niyazi Bey ve diğer bir kısım İttihatçıların dağlara çıkıp şekavet göstermeleri ve Firzovikİçtimaı'na karşı harekete geçip, ayaklanmayı bastırmak ve asayişi sağlamak üzere Mitrovitza'dakikarargahından–Mitrovitza, Kosova'nın kuzeybatısında yer alan stratejik bir bölgedir. Osmanlıların Kosova bölgesindeki askeri karargahı burada bulunmaktaydı. Bugün de Kosova'daki en stratejik bölgedir. 1912 Balkan savaşında buranın kaybı Kosova'nın kaybedilmesinin dönüm noktası olmuştur. Bugün de Kosova'daki Arnavut-Sırp güç dengelerinin konumunu belirlemede Mitrovitza'nin önemli rolü olacaktır- Manastır'a doğru yola çıkar. Önce Firzovik'e gider, burada asayiş sağlandıktan sonra Prizren yoluyla Manastır'a gider. Manastır'a varması, Manastırı merkez edinmiş olan İttihatçıları telaşlandırır . Şemsi Paşa'yı ortadan kaldırma yolları aranır. Bigalı Mülazım Atıf adlı bir hain, tetikçi olarak seçilir. Manastır'da Telgrafhane'de Padişaha telgraf çekenŞemsi Paşa, 24 Haziran 1324 / 1908 'de telgrafhaneden çıkıp arabasına binmek üzere iken Mülazım Hain Atıf'ın üç kurşunuylaöldürülür. Şemsi Paşa'nın öldürülmesiyle Sultan Abdülhamid, son önemli alaylı paşasını ve Balkanlardaki son kalesini kaybetmiş; çaresiz II. Meşrutiyet ilan edilmiş, Jön Türklerin istediği olmuştur. Hatta Şemsi Paşa'nın öldürülmesi İttihatçılarca “ Şemsi Paşa vuruldu , YeniDünya kuruldu” tekerlemesiyle dillendirilmiştir. Gerçekten de Şemsi Paşa'nın öldürülmesi; II. Meşrutiyetin ilanına , Abdülhamid yönetiminin sona ermesine , daha ileriki safhada Balkan savaşına, neticesinde Balkan topraklarının elden çıkmasına yol açmıştır. Devam edecek. YENİŞAFAK │
│ **********7*********** Arnavutluk ve Arnavutlar - 7
Merhum Şemsi Paşa, Balkanlar'daki alaylı paşa geleneğinin son ünlü temsilcilerindendi.Şemsi Paşanın yerine gelen mektepli paşalar kısa zamanda Balkanların tamamen elden çıkmasına yol açmışlardır. Şemsi Paşa'yı öldüren Mülazım Hain Atıf daha sonraları ittihatçılar tarafından ödüllendirilmiş, Cumhuriyet döneminde de AtıfKamçil adıyla CHP tarafından Çanakkale mebusu yapılmıştır. (Şemsi Paşa ile ilgili daha geniş bilgi için, bkz, Müfid Şemsi, El-Hakku Ya'lu Velâ Yu'la Aleyhi, Hâtırât-ı Niyazi'ye Cevap, İttihad Ve Terakkî, Şemsi Paşa, Matbaa-i Bahriye, 1335/1919, . Şemsi Paşa ve Arnavutluk Nehir yay. İstanbul 1995.; Osmanlı Tarihinde Arnavutluk, Süleyman Külçe, İzmir 1944; Bilgin Çelik, İttihatçılar Ve Arnavutlar, Büke Kitapları, İstanbul, 2004.) Önce Vloralı İsmail Kemali'nin, sonra Resneli Niyazi Bey'in İttihatçı-Jön Türklere destek vermesi, sonra Firzovik Toplantısı ve Şemsi Paşa'nın şehadeti Sultan II. Abdülhamid'i, Kanun-i Esasi'yi/Meşrutiyeti ilana mecbur kılan başlıca nedenlerdir. Asıl olarak, her ne kadar Arnavutların örgütlü/siyasi grupları İttihatçılara/Jön Türklere ve Meşrutiyetin ilanına büyük destek vermişlerse de, Meşrutiyetin ilânı tamamen Arnavutların aleyhine bir durum oluşturmuştur. 31 Mart Vak'ası sonrasında, Selânik'ten İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu içinde bir hayli Arnavut gönüllü de bulunuyordu. Hatta Yıldız Sarayına girip Sultan II. Abdülhamid'e hallini bildiren hey'ette, Dıraç/Durres Mebusu, Tiran'lı Esad Toptani Paşa da yer almıştı. II. Meşrutiyet'in ilânı ve 31 Mart Vak'ası akabinde, Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi ile Osmanlı Devletinde idareyi ele alan İttihat/Jön-Türk İdaresinin yaptığı icraatlardan biri, kısa zamanda kendilerine destek veren toplulukları merkezi idareye küstürmeleriydi. Özellikle Meşrutiyet Anayasasının maddeleri de zaten buna elverişli bir zemin hazırlıyordu. Özellikle, resmi dil ile alakalı 18. madde bunu en başta tetikleyen maddelerdendi: “Tebaa-i Osmaniye'nin hidemât-ı devlette istihdâm olunmak içün, devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.” Oysaki bir çok farklı kavim ve milletten, topluluktan oluşan ve geniş bir coğrafyaya yayılmış olan İmparatorlukta böyle bir zorunluluk daha önceleri olmamıştı. Zaten Saray yazışma dili olarak kullanılagelip zamanla yaygınlaşan Osmanlı Türkçesi; geniş bir coğrafyada, Orta Çağ Avrupası Latince misali bir linguafranca haline gelmişti. Anadillerini konuşma dili olarak kullanan Arnavutların kahir ekseriyeti zaten, linguafranca haline gelen Osmanlı Türkçesini ailevi yazışma dili olarak dahi kullanmaktaydılar. Arnavutların çoğu mektuplarını dahi Osmanlı Türkçesi ile yazmaktaydılar. 1909'da Debre Kongresinin ilk gününde vefat eden Dibra/Debre Mebusu İsmail Bey ve ailesinin yazışmaları dahi bu şekildeydi. Hatta Arnavutluk, Osmanlı'dan ayrılıp müstakil olduktan sonraları, 1920'lerde bile Arnavutluk'ta birçok resmi yazışma, mahkeme evrakları dahil hala Osmanlı Türkçesiyleydi. Jön-Türk/İttihatçı idarenin Kanun-i Esasi'deki bu maddeye dayanarak Türkçe mecburiyeti getirmeleri, açıkçası kanuni/icbari dayatma, Arnavutlarda büyük bir tepkiye sebebiyet verdi. Ayrıca İttihatçılar; kısa zaman içinde Meclis-i Mebusandaki, Ergiri Mebusu Müfid Efendi, Priştina Mebusu Hasan Priştina, Berat Mebusu Vloralı İsmail Kemali gibi önde gelen mebusları küstürürler. Arnavutlar, II. Meşrutiyetin ilanına, Hareket Ordusuna ve İttihatçı/Jön-Türk idaresine olan desteklerinden dolayı büyük pişmanlık duyarlar. Arnavutluk'un çeşitli şehirlerinde irili-ufaklı isyanlar baş gösterir. Arnavutlar; 1910'da, Sultan II. Abdülhamid Hân devrinin sadık adamlarından İsa Boletini'nin de desteği ile Selanik'e doğru yürüyerek Sultan II. Abdülhamid'i burada nezarette tutulduğu AlatiniKöşkünden çıkarıp tekrar tahta çıkarma denemesinde bulunurlar. Yakovalı Rıza Bey'in öncülüğünde toplanan kalabalıklar Üsküb'e girdiyse de, buradan sonra durdurulurlar. 1910-11'de İttihatçı Hükümet Arnavutluk'taki silahların toplanmasına karar verir. Asırlardır silahla yaşayan ve tüfekçiliğin yaygın bir sanat haline de geldiği Arnavutlar, zorla silahsızlandırılmaya çalışıldı. Silah toplanması ameliyesi, kısa zamanda silahlı müsademelere ve isyanlara yol açar. Ve o güne kadar hiçbir ayaklanma hareketine teşebbüs etmemiş olan Malisörler bile ayaklanır. Arnavutluk'ta ayaklanmalar günbegün yayılır. Buna paralel olarak İttihatçı/Jön-Türk idaresinin de tutumu bir hayli sertleşir. Bu gerilimler, 1912'deki Balkan Harbine kadar sürer. 1912'de Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan'ın Osmanlı'ya harp ilanı ile Balkan Harbi patlak verir ve silahları zorla, haksız yere toplanmış olan Arnavutlar; bu savaşta, İşkodralı Rıza Paşa'nın direnişi ve KaçanikMuharebesi hariç yer almadıkları gibi, Malisörler başta olmak üzere Arnavutların bir bölümü Sırpların ve Karadağlıların saflarında yer almak zorunda bırakılırlar. İttihatçı/Jön-Türk idaresinin Arnavutları küstürerek adetaisyana zorlaması ve Balkan Harpleri, Rumeli/Balkanların Edirne'ye kadar tamamen kaybına yol açar. Hatta bu muharebeler neticesinde Bulgar askerleri Çatalca'ya kadar gelirler. Daha sonra Edirne istirdad edilse bile Osmanlı'nın Balkan/Rumeli'deki varlığının sonunu getirdiği gibi zaten merkez hinterland olarak Osmanlı Coğrafyasının beyni hükmünde olan Balkanlar/Rumelinin kaybı ile Osmanlı'nın adeta beyin ölümü gerçekleşir. 27 Kasım 1912'de İsmail Kemali ve arkadaşlarınca Vlora'da geçici müstakil hükümetin ilanı ile Arnavutların Osmanlı'dan kopması resmen gerçekleşir. Bu kopuş hem Osmanlı'da ve sonrasında Türkiye Cumhuriyetinde ve hem de Balkanlarda daha sonra yaşanan büyük travmaların da mihenk noktasını teşkil eder. Balkanlardaki Arnavutların, İttihatçı/Jön-Türklerin kötülükleri yüzünden Osmanlı'yla, dolayısıyla Anadolu Coğrafyası ile bağlarını kopartmaları, her iki coğrafyaya trajediden başka bir şey getirmemiştir. Arnavut Coğrafyası zamanla, Arnavutluk hariç, büyük oranda Sırp-Bulgar-Yunan işgaline maruz kalır. Arnavutluk'ta ise 1940'lı yıllardan itibaren hakim olan sosyalis-Stalinist idare ve Enver Hoca yönetimi büyük travmalara yol açar. Türkiye'de ise, Osmanlı'nın yıkılışı ve Cumhuriyetin kuruluşu akabinde işgale uğrayan Arnavut Coğrafyasından bir hayli göç olur. 50'li yılların sonuna gelindiğinde Türkiye'deki Arnavut nüfusu milyonlarla ifade edilir. Bugün Türkiye'de 6 milyon civarında Arnavut nüfusun varlığı tahmin edilmektedir. SON YENİŞAFAK MÜFİD YÜKSEL │
ARNAVUT PRİZREN BİRLİĞİ 10 HAZİRAN 1878 Dünyadaki bütün Arnavutlar için Prizren, en önemli şehirlerin başına gelir. Bu şehirde 10 Haziran 1878 tarihinde Arnavut Prizren Birliği kurulmuştur. Arnavut Prizren Birliği'nin amacı;...
ARNAVUTLAR YUNANİSTAN'I SALLAYINCA TÜRKİYE DE GURUR DUYDU Bugünlerde Yunanistan denilince Türkiye kamuoyunda öncelikle Kıbrıs görüşmeleri sonrasında da Yunan Yüksek Mahkemesi’nin, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası TSK’ya ait...
► Besa Time, Özgür Basının, Farklı Düşüncenin ve Basının Etik ve İlkelerine Saygılı internet Portalı’dır. Strateji, Ekonomi, Sosyal, Siyasal, Diplomatik, Kültürel, Sanat, Sportif ve İnsanı İlgilendiren her Alanda; Doğru, Gerçek Ve Tarafsız Haberi, Bilgiyi, Analizi, Araştırmayı ve Raporu İlgilenenlere Doğrudan İletmek Amacındadır.
► Enformasyon ve basın alanında Türkçe, Arnavutça ve İngilizce dillerinde faaliyet gösteren BesaTime bağımsızdır, hiçbir örgüt, parti ya da siyasi hareket ile bağlantısı yoktur, finansını yalnız kurucuları tarafından sağlar. Besa Strategy Düşünce Kuruluşu’nun devamıdır. Genelinde Dünya, Avrupa Birliği ve Balkanlar kapsamında faaliyet göstermektedir. Özelinde ise bölgedeki Arnavutları ile Türkiye’yi ilgilendiren konularda yoğunluk gösterir. BesaTime aynı zamanda Türkiye Arnavut Diaspora ve Lobisi’nin yayın yaptığı portaldır.
►Besa Time, merkezi İzmir, Türkiye'de bulunan bir Arnavut haber, analiz ve stratejik düşünce ağıdır. BesaTime 28 Kasım 2002'de faaliyete geçmiş olup dünya haberlerini objektif bir bakış açısıyla ele almaktadır. Portal'da yayımlanan her yazı, düşüncelerimizle uyumlu olmayabilir, bu nedenden dolayı portalda yayımlanan yazılar için sorumluluk sadece yazara aittir.
► Genel Yayın Yönetmeni: Dr. Sokol Brahaj
Tasarım: CAN ARNAVUT - İletişim: canarnavut@yandex.com